4 Kasım 2012 Pazar

Suçluluk ..

Günlüğünüzün kapağını uzun zaman açmamış olmanın verdiği suçluluk duygusunu biliyor musunuz? Sizi uzun süre aramayan bir dostunuzu aradığınızda 'kimsiniz' sorusuyla muhatap olmak gibi bir şey. Çok zaman sonra hatırladığınız veya nasıl olsa geçti diyerek hiç yapmadığınız işler de bu kategoride olabilir. Ya da hayatınızda yapmak istediğiniz ama farklı nedenlerle ertelediğiniz veya hiç yapmadığınız eylemler. Kimi insanlar zamanı geldiğinde suçluluk duygusunun da etkisiyle kendini affettirmeye çalışır kimi de ömür boyu bu duyguyla yaşamak zorunda kalır .. Velhasıl bu süre zarfında yazmadığım için türlü türlü sebepler sıralayabilirim ama burada yap(a)mayacağım. Düşüncelerin mahremiyeti de diyebilirsiniz yoğunluğu da. Yazmak için çaba harcayan birinin her düşünceyi veya üzerinde iz bırakan bir olayı kelimelere aktarması her zaman mümkün olmuyor. Ne yazık ki her şey her zaman açıklanamayabiliyor. 
Telefon numarasının silinmesi gibi ... 

Görüşmek dileğiyle ..

6 Mayıs 2012 Pazar

Hayat Böyledir İşte ..


Hayat böyledir işte ..
Yazmak istersin elinden alır ilhamı ..
Düşünürsün, düşüncelerine kelepçe takar ..
Hayat böyledir işte ..
Hiç yapmadığın şeyler yaptırır insana ..
Susarsın susarsın, bir söylersin kurşun gibi ..
Hayat böyledir işte ..
Görmeden aşık eder insanı ..
Bir çift güzel söze, bir çift vaade kanarsın ..
Hayat böyledir işte ..
Zindanlarda Yusuf olursun ..
Ellerin kolların bağlıyken yüreğini kanatlandırır ..
Hayat böyledir işte ..
Katil eder adamı ..
Dünyanı katledersin bir hayal uğruna ..
Hayat böyledir işte ..
Ağlatır koskoca adamı ..
Gözlerini volkan, gözyaşlarını lav eder, süzülür yanaklarından ..
Hayat böyledir işte ..
Çalar, çırpar, elinde eteğinde birşey bırakmaz ..
Birkaç lafı çok görür, söyletmez ..
Hayat böyledir işte ..
Dünya menfaati uğruna davasını unutturur ..
Fani olanı sevdirir de Mevla'sını unutturur ..
Hayat böyledir işte ..
Seversin kavuşamazsın ..
Acı çektirir, üstüne bir bardak su vermez ..
Hayat böyledir işte ..
Gurbette yaşadığını büyütür gözünde ..
Ahirete olan gurbetliği aklına bile getirmez ..
Hayat böyledir işte ..
Sevdiğine sevdiğini söylemeyi çok görür ..
Hayaliyle bir ömür süründürür ..
Hayat böyledir işte ..
Türlü şeylere katlanırsın, yıllarca büyütürsün ..
Göçebe kuş misali kanatlanır yuvadan ..
Hayat böyledir işte ..
Göç ettirir insanı ..
Bildiklerini söylemeyi değil de bilmediklerini öğrenmeye yöneltir ..
Hayat böyledir işte ..
Duyduğun herşeye inandırır ..
Karşında gördüğünü farkettirmez bile .. 
Hayat böyledir işte ..
Herşeye kudretin olduğunu sandırır ..
Ölüm geldiğinde bir saniye için dilendirir ..
Hayat böyledir işte ..
Ne yazacağını bildirmez ..
Böyle şeyler yazdırır ..
 

15 Mart 2012 Perşembe

Yağmur, gece ve yalnızlık - 2


Şubat sonuydu, yağmurlu bir salı akşamıydı. Yağmur o kadar güzel yağıyordu ki ıslanmayı hiç sevmeyen biri bile karşı gelemezdi buna. O da gerektiği gibi yaptı, kendini dışarıya attı. Yürüdükçe içi açılıyor, zihni genişliyor, hayata dair tüm soru(n)lar silinip gidiyordu kafasından. Ne zamandır bekliyor ve umuyordu böyle bir ânı. Daha doğrusu özlemişti .. En büyük arzusuydu halbuki gece olunca yağmurlu bir havada yalnız başına yürümek. Tüm kuru kalabalıklara ve gündüzleri aşikâr günahlara inat .. Hem öyle değil miydi .. Gündüz de peşine düşmemiş miydi gecenin nûrunun. Ve tüm kalabalıklar da o ilk yalnızlığın ardından gelmemiş miydi .. 

Şimdi kendisi kalabalıklar içinde bu yalnızlığı tekrar yaşıyormuş gibi geldi. 
Yağmurun ve gecenin muhabbetinin henüz farkında değildi. Yıllardır hep birlikteydiler halbuki. Geceyle söyleşirken yağmur katılırdı bazen sağanak sağanak. Bazen de deniz kenarında yağmurla ıslanırken anlamazdı gecenin ne zaman geldiğini, muhabbet koyulaşırdı her zamanki gibi. Bulutlar bırakırdı toprağa ne kadar hüzün varsa içinde, gece ise en koyu haline dönerdi zaman geçtikçe .. Tüm bu güzellikler olurken ay gelir ve bozardı tüm muhabbeti. Yükseldikçe keder ve sıkıntı çökerdi etrafa .. Yağmur küserdi, gece de çekerdi tüm karanlığını. İşte o zaman anlardı gerçek yalnızlığı. Demek ki hiçbir muhabbet ebedi değildi. O'nun muhabbeti dışında. Henüz farkında değildi ... 
          

Üç nokta


Üç nokta kondursam hayatıma,
Geriye kalan ne varsa silsem,
Sadece seninle olan anılarım kalsa,
Onları da sen tekrar yazsan ..

Üç nokta kondursam hayatıma,
Her noktası bir ömürlük olsa,
Ömrümün tamamında sen olsan,
Ben hiçbir yerinde olmasam.
 
Üç nokta kondursam hayatıma,
Geriye kalan ne varsa sen tamamlasan ..
Her noktayı gözyaşlarınla silsen,
Yerine tüm yüreğini koysan ..

Üç nokta koysam da hayatıma,
Düşler alemine dalsam hiç çıkmasam,
Sen benim yerime de yaşasan,
Ne kaldıysa geriye yaşanacak olan ..



23 Şubat 2012 Perşembe

Saklambaç


Oysa sadece kendinden saklanmaya çalışıyordu çocuk .. 4-5 yaşlarındaydı ..

Öylece oturmuş bir yandan çayımı yudumlarken bir yandan kitap okumaya çalışıyordum. Etrafla çok fazla alakam yoktu. Ta ki o çocuk karşıma dikilene kadar .. Açıkçası kendince oynuyordur diye çok fazla ciddiye almadım ve okumaya devam ettim. Fakat çocuk ısrarcıydı .. Peşpeşe sordu: Abi nereye saklansam, bana saklanacağım bir yer göster? diye. Halbuki etrafta başka çocuk da yoktu. Kimden saklanacaksın? diye sordum. Kendimden, dedi. Şaşkınlığımı üzerimden attıktan sonra "kendinden saklanamazsın ki" dedim biraz da başımdan savma düşüncesiyle. "Saklanacağım işte, saklanacağım sonra da sayıp kendimi bulacağım" dedi, ısrarcıydı. Ne diyeceğimi bilmemedim. Bir taraftan kitaptaki yerimi kaybetmemeye çabalarken çocuk sanki beni ele geçirmeye çalışıyormuş gibi geldi. Başarmıştı da. Çayı, kitabı bıraktım bir kenara. Birlikte saklanacağı yeri düşünmeye başladık, çok geniş olmayan bir avludaydık. "Şuraya saklan" dedim elimle işaret ederek. "Ama orada insanlar var" dedi. Bu kadarı da olmaz dedim içimden. İnsanlara gözükmeden kendinden saklanmaya çalışan bir çocuk vardı karşımda .. Bir süre derin düşüncelere daldım, öylece düşündüm acaba bu bir işaret olabilir mi diye. Kendime geldiğimde çocuk "bana saklanacak yer göster" diye bağırıyordu. Bir ağaç arkası, bir duvar kenarı derken, insan sayısı giderek azalıyor ve bize saklanacak yeni yerler çıkıyordu. Çocuk sevinçle gösterdiğim yerlere saklanıp geri geliyordu. Bense o kendini bulana kadar düşünüyordum. İnsanlara gözükmeden kendinden saklanmak .. Çocuk bunu bilinçli olarak yaparken diye düşündüm acaba yetişkinler yaşamlarının büyük bir bölümünü bu oyunla geçirdiklerinin farkına varabiliyorlar mıydı? Daima saklanacak ıssız bir yer arayıp sonunda kendilerini bulabiliyorlar mıydı? Yoksa mezarda mı buluyorlardı kendilerini türlü koşuşturmacalardan sonra, ne de olsa saklanılabilecek en ıssız yerdi mezar. Bu düşüncelerle biraz oynadık çocukla .. Çocuk gitti, oyun bitti. Ardında sorular bırakarak ...    

19 Şubat 2012 Pazar

Yağmur, gece ve yalnızlık ..


Hani hiçbir şey yapmadan öylece oturduğunuz ve sadece düşündüğünüz anlar vardır ya, öyle zamanlardan bir zaman içinde gönül kapınızı çalmadan aralayan üç şey vardır: Yağmur, gece ve yalnızlık ..

Yağmurun hayat, gecenin ölüm ve yalnızlığın da sensizlik olduğu gerçeği bizi bu noktaya getirdi. Fâili meçhul bir cinayet değil bu. 
Herşey açık ve net. "Aşk" ..

Hayata sanki sonu hiç gelmeyecekmişcesine bağlanma, ölüme de sadece "oyun" ve "eğlence"den ibaret olan dünyadan kurtulma tutkusuyla tutunmak .. Ve bu iki tutkunun arasında "yalnızlık" hâline bir çare arayışı, sensizlikten arta kalan zamanlarda .. Ve bir de zaman denen sermayeyi en verimli şekilde kullanabilme tutku ve hevesi içerisinde geçen, her geçen gün pişmanlığın ziyâdeleştiği bir hayat .. 

Şükürler olsun ki hâlâ nefes alabiliyoruz ..   

17 Şubat 2012 Cuma

Aylardan sensizlikti


Aylardan sensizlikti .. Ve günlerden .. 
Sensizliğe açtım gözlerimi.
Hiç uyanmak istememiştim oysa ..

Yağmurlu bir geceydi ..
O kadar sevmeme rağmen yağmuru, hiç aldırmıyordum.
Çünkü sen vardın yanımda.
Ve yürümek anlam kazanıyordu sırılsıklam sokaklarda ..
Yürümenin de anlamı sen oluyordun.

Herşeyi sende görüyordum düşümde ..
Sen bir düş olup giriyordun hayatıma.
Bense inatlaşıyordum her zamanki gibi ..
Hiç uyanmamacasına ..

Yağmurlu bir geceydi ..
Ve sen vardın.
Hiç gitmeyecek gibiydin, oracıkta duruyordun.
Yağmur hiç dinmeyecek gibiydi.
Fakat sen gittin.
Yağmur da bitti ..

Sen gittin ..
Rüya da bitti ..







9 Şubat 2012 Perşembe

Hiç beklediniz mi?


Hiç beklediniz mi? Sorgusuz, sualsiz .. Kimi ve neyi, ne kadar ve hangi şartlarda bekleyeceğinizi düşünmeden, öyle saf ve temiz duygularla. Düşünce ve hislerinizin dünyasında zerre şüpheye yer vermeden .. Öylece beklediğiniz oldu mu?
 
Beklemek her zaman duyguların en yoğun olarak yaşandığı bir eylem olarak karşımıza çıkmıştır. Roman ve hikâyelerdeki özellikle dramatik sahnelerde karşımıza çıkan veya anılarımıza dönüp baktığımızda derin düşüncelere dalmamıza yol açan, kimi zaman kelimelerle izah edilemeyen ama sonu her zaman merakla beklenen bir eylem. Sadece eylem olarak tanımlayabiliyoruz çünkü beklentileriniz karşılanmamış ve sonunda sahile demirlemiş bir gemi gibiyseniz bu, adı konulamamış ve tüm sahneyi sadece sizin hislerinizin ve düşüncelerinizin oynadığı bir oyundan ibaret demektir. Sonunda kimi, ne kadar ve neden beklediğinizin bir önemi yoktur eğer yukarıdaki tanıma uyuyorsa yaşadıklarınız. Fakat sonucu ne olursa olsun beklemek güzeldir, en azından şiddetli rüzgarlara karşı bir önlem almış olursunuz beklemekle .. O an hiçbir şey sizi olduğunuz yerden hareket ettiremez ve beklediğiniz şey her ne ise sizi ondan alıkoyamaz. Sizi ondan alıkoyacak tek şey yine kendiniz ve sizin tahammül dereceniz veya beklentiye olan aşkınız, bağlılığınızdır. Bunu olaylara ve kişilere göre çoğaltmak mümkündür mesela iki beklentinin aynı zaman dilimine rastlaması karşısındaki tutumunuz veya olayın gerçekleştiği zaman ve mekân. Ancak bu, davranışların ve şartların aksine temelde iki kavramla alâkalıdır. Aşk ve sabır .. Dolayısıyla beklemek aşk ve sabır işidir. Bunlardan sabır, kişinin karakteri ve yapısıyla ilgiliyken aşk, kişinin duyguları ve hisleri üzerindeki hâkimiyetiyle ilgilidir. Beklentilerinize karşı duyduğunuz aşkınızın seviyesi çoğu kez bekleme sürenizi uzatmaktan başka bir işe yaramaz. Tabi eğer beklemeniz boşunaysa ..! Beklemek sizce gereksiz ve boş bir eylem midir? Hayatınızdaki en değerli sermayeniz olan zamanınızdan ferâgat edip uğruna saatlerinizi verdiğiniz bir şey nasıl gereksizce olabilir .. Üstelik şimdiye kadar tartıştığımızın aksine bu eylemin kalp atışlarınızın daha hızlı atmasıyla sonuçlandığını düşünürsek zamanın her dakikası ne kadar da anlam kazanıyor. Dolayısıyla beklemek boşuna değildir ve sürenin uzun veya kısa olması hiçbir şey ifade etmez. Önemli olan aşkınız ve sabrınızın birlikte hareket ederek elde ettiği zaferdir ..  

Şimdi tekrar soralım. Siz hiç âşık oldunuz mu?            

8 Şubat 2012 Çarşamba

Düşümdeki yolculuk


Yeni bir yola çıkıyordu çocuk.
Bir çok defa yola çıkmıştı ama böylesine zamansız değildi hiçbiri ..
İlk duyduğunda değişmişti hisleri ..
Ayrılık haberini ..
Henüz olgunlaşmamıştı yüreği, saftı ama genişti.
Birçok kişiye yer vardı orada ..
Bir baba, bir ana, bir kardeş .. ve gül yüzlü kız bırakıyordu ardında ..
Ağlamamalıydı, ailesi önemli değildi ama gül yüzlü kız da oradaydı.

Şimdiye kadar yaşadıkları geçti gözünün önünden ..
Babadan sonraki reisiydi evin,
Korunmaya muhtaç olduğu halde koruyucusuydu.
Evin neşesi, anasının gözbebeği, kardeşinin sevgilisi, ağabeyiydi ..
Dışarıda yalnızdı, neşeli ama yalnız ..
Yalnızlığa aşıktı, bir de O’na ..
Oysa O da çocuğa aşıktı .. Bilmiyordu.

O an yaklaştıkça bir şeyler kopuyordu sanki yüreğinden ..
Yüreği yanıyordu ..
Dışarıya vurmamalıydı, çünkü O bakıyordu.
Hem yiğitti, cesurdu, evinin erkeğiydi .. Gurbet de neydi.
Bir şey duymuştu .. Yol gitmekle, zaman geçmekle biterdi.
Bu da geçerdi elbet ..
Fakat henüz başlamamıştı bile .. Farkındaydı.

Ve o an geldi.
Bir daha unutamayacaktı ..
Hiç bu kadar sıkı sarılmamıştı daha önce kimseye ..
Gitme deseler kalırdı.
Fakat gitmek zorundaydı .. Herkes bunun farkındaydı.
O’nun dışında ..
Hiç istemiyordu başından beri.
Soru işaretleri vardı kafasında hala ..
Bir anlam da verememişti hem .. Çünkü o yoksa hiçbir şeyin anlamı yoktu.
Son defa göz göze geldiler,
Ve bir yıldız daha kaydı ..
Tıpkı filmlerdeki gibiydi ama olabildiğince gerçekti ..

Gitti çocuk.
Ardına bile bakamadı ..
Ağlayacak bolca zamanı vardı artık,
Ve uzunca bir yolu ..
Öyle ki ne bu yol gitmekle biterdi ne de zaman geçmekle ..
Çıkmıştı bir kere sıladan ..
Baba ocağı, ana kucağı yoktu.

O da zamana direnip büyüyecek,
Herkes gibi gurbet türküleri ezberleyecekti bundan böyle ..
Anasının adı gurbet olacaktı .. Yârinin adı hasret ..
Gece yıldızlarla dost olacak, gündüzleri bulutlarla ağlaşacaktı.
 
Başını soğuk cama yasladı, gözleri kapandı.
Şimdiden daha önce görmediği düşlere dalmıştı.
Düşünde bir aşktan diğerine gidiyordu ..
Yalnızlığa ..

Gözlerini açtı,
Ateşler içinde kalmıştı.
Gül yüzlü kız başucunda uyanmasını bekliyordu ..


 
Ocak/2011

31 Ocak 2012 Salı

Adsız gemi

Eski defter ve kitaplarını kurcalarken bir kitabın arasından düşen bir not onu geçmişin biraz bulanık, biraz sıcak sularına götürmeye yetmişti. Dudaklarında tedirginlikle beraber ufak bir gülümseme belirdi ve düşünmeye başladı. 
Ve aklından geçenleri yazmaya ..

Soğuk bir kış gecesiydi diye başlamak istedi önce, sonra ne kadar sıcakladığını farketti, vazgeçti. Birden duvardaki saati hatırladı, ne akrep yelkovanı kovalıyordu ne de yelkovan akrebi. Günde sadece iki defa doğru saati gösteriyordu, 03:02'yi .. Nedense hiç değiştirmek istememişti. Sonra neden o geceyi yaşadığını düşündü, bulanık sulara daldı, biraz ıslandı gömleği. Sıcak sularda boğulur gibi oldu hıçkırıklara, kimsenin uyanmasını istemedi, engel oldu ona da. Aklına getirmek istemediği onca hatıra gibi. Nerden gelmişti aklına bu defter ve kitaplar. Ve o not nerden ilişmişti gözüne, ne işi vardı orda. Halbuki uzun süreden sonra güzel bir akşam geçireceğini umuyordu. Bu düşüncelerle tekrar anılara daldı hiç istemeden. Not hâlâ avucunda, varacağı limanı bekliyordu, O ise okyanusta olabildiğince açılmak niyetindeydi. Hiçbir liman O'na göre değildi ya da O, limanlarda demirlemek istemiyordu artık. Farklı bir yaşam diliyor, farklı anılar bırakmak istiyordu geride. Daima hatırlamak isteyeceği ve dalmaktan çekinmeyeceği güzel anılar ..

Kendine geldiğinde sayfaya sadece bir nokta koyduğunu farketti. Henüz bir harf bile konduramamıştı günlüğüne. Aklından geçen onca şeye ve yazmayı o kadar sevmesine rağmen. Sonra attı kalemi ve defteri bir kenara, pencereyi açtı ve soğuk havayı iliklerinde hissedene kadar çekti içine. Biraz da olsa kendine gelmişti. Sonra neden bu karlı havada içeride oturduğunu sordu kendine. Dışarıda cıvıl cıvıl oynayan çocukların aksine. Dışarıya çıkmalı ve çocuklara karışmalıydı. 
Not ise hâlâ avucunda, varacağı limanı bekliyordu ..         

30 Ocak 2012 Pazartesi

Yazmaya dâir


Hayatı yazmak .. İddialı bir cümle. Aşk ile .. Daha iddialı.

Ömrü boyunca birçok insan birçok defa aşık olduğunu düşünür veya iddia eder. Fakat çok azı gerçek aşkı veya aşkını yakalamış, bulmuş olduğunu düşünür. Gerçek aşkı yakaladığını düşünen bu cüz'i miktardaki aşıkların serüveni başlamış demektir. İşte bunlar hayatı yazmaya 
aday aşıklardır ..

Yazmaya başlamayı düşünürken en çok takıldığım nokta neden benden daha fazla düşünen, hisseden, aşık olan, kalemi düzgün kişilerin bir platform üzerinde yazmadığı ve onlara rağmen benim bunu düşündüğümdü. Belki de bu kadar iddialı bir başlık bu düşüncenin ürünüdür, bilemiyorum. Yazabilmenin veya benim değimimle hayatı yazabilmenin en popüler ve anlaşılabilir tarafı aşık olabilmek, hissedebilmek. Şair ve yazarlara baktığımızda birçoğunun sevgiye dâir bir arayış içerisinde olduklarını görebiliyoruz. Aralarında olmak ümidiyle .. 




25 Ocak 2012 Çarşamba

Bismihû


Muhakkak ki sözler Allah'a hamd ve Resûlüne salâvat ile başlamazsa başı da sonu da eksik kalır. Çünkü biri mahlukâtın yaratıcısı, insana sevmeyi, okumayı ve yazmayı öğreten iken diğeri âlemlerin rahmeti, insanlara nasıl seveceğini ve düşüneceğini gösterendir ..

Her sözün, her düşüncenin, her eylemin bir başlangıcı olduğu gibi insanların da başlangıcı Âdem iledir. Hem ilk insan hem de ilk peygamber olmak ile müşerref olmuştur. Ayrıca insanoğluna bahşedilen sevgi, düşünce, ifade etme gibi tüm kavramlar ilk onda vücut bulmuş, kendisinden sonra yaratılan Havva ile tüm insanlığa şifa ve yeryüzünde insan varlığının bir anlamı olarak yüreklerinde yer bulmuştur. Öyle ki insanoğlu Âdem ve Havva ile gelişmiş, onların birbirleri ve yaratıcı ile olan sevgi ve muhabbet bağlarıyla birlikte bu zamana kadar gelmiştir ..

***
Şüphesiz bu ortamda yaratılış kavramı üzerine açıklamalar yapıp yorumlar getirmek niyetinde değiliz fakat bizlere kadar gelen ve bu satırları okumanıza vesile olan kavramların temelde nereden geldiğini bilmek ve bunu ifade etmek gerektiğini düşünüyoruz. Bu şekilde kısa bir girizgâh yaptıktan sonra yüreğimiz hissettiği ve kalemimiz sağlam olduğu sürece satırlar ve sayfalar arasında dolaşmaya, hayatı yazmaya devam edelim ..